Sosyolojik
bakış açılarına göre fenomenoloji içlerinde en yeni olanıdır. Çatışma kuramı gibi
fenomenolojik toplum bilimi birçok sosyolojik çözümleme biçimini kapsar. Bu
bölümde üç konu başlığını ele alacağız. Bunlar: Toplumsal gerçekliğin inşası,
etnometoldoloji, feminist bakış açısıdır.
Phenemon
sözcüğü Yunanlarda görünüş/görünüm anlamındadır.
Fenomenoloji
olayları ya da görüşleri doğrudan doğruya algılandığı şekilde inceler.
ÖRNEK: bize
birisi elimizde olan ya da okuduğumuz nesnenin ne olduğunu sorsa saçma
karşılarız ve neye benzediğini herkesin söyleyebileceğini söyleriz.
Kitap
düşüncesinden de yola çıkarsak dünyayı algılayabildiğimiz ve
yorumlayabildiğimiz ölçüde varızdır. Aynı zaman da algılama ve yorumlama
toplumsallaştırma sürecini de var eder.
ÖRNEK: başka
bir galaksiden gelen insan için kitabın ne işe yaradığını sorsa o nesneyi
tanımlamakla başlarız ve bu onun bu galaksiye yabancılığından kaynaklanır. *
? Kısaca fenomenoloji nasıl
tanımlanır?
Öğrenmiş
olduğumuz kavramları sorgulamamızı ve dünyaya bakış açımızı, burada bulunuşumuzu
sorgulamamızı gerektirir. Az önceki
örneğe de dönecek olursak nasıl ki uzaydan gelen bir ziyaretçi kitabın ne
olduğuna dair bilgisi yok ve o nesneye yabancı ise fenomenoloji de bizlerin
dünyaya olaylara, olgulara, herhangi bir toplumsal eyleme uzaydan gelen bir
ziyaretçi gibi yaklaşmamızı ister. Yani bir yabancı gibi her şeyi anlamaya,
sorgulamaya, yorumlamaya çalışmamızı ister.
Fenomenologlar,
insanların kültürel kavramlarını askıya alır ve toplumsal durumlarını nasıl
algıladıklarını inceler. Kısaca: İşlevselliğin aksine, toplumsal düzene karşı bir tavır alır ve
kültürel olarak edindiğimiz düşüncelere meydan okur.
ENTELLEKTÜEL KÖKLER: EDMUND HUSSERL
VE ALFRED SCHUTZ
Fenomenolojik
sosyolojinin köklerini ya da bu terimi ilk kullanan Alman filozof Edmend
Husserl’dır. ona göre, bütün
bilgilerimiz doğrudan duyulara dayanan olaylardan gelir. Bunun dışında her şey
spekülasyondur.
Fenomenolojik
toplum bilimcilerin esas işi «dünyanın
nasıl göründüğüne dair tasfirler yapmaktır». Husserl’in görüşlerini Alfred
Schutz geliştirmiştir. Schutz Almanya nazisinden kaçan bir felsefecidir ve
geçinebilmek için New York’ta bankada çalışmıştır. Toplum ve felsefe üzerine
akşam dersleri vermiştir. Aynı zamanda sosyoloji ve felsefe profesörü olmuştur.
1959’dan ölümüne kadar New School’da dersler vermiştir. Schutz, Husserl’in
felsefesini sosyolojiye uygulamaya çalışır ve bunu yaparken de Weber’in öznel
anlayış kavramını kullanır. Schutz’a göre bireyin günlük hayat kavramına
atfettiği anlam önemlidir. Bu yüzden bireyin kendi durum tanımı üzerinde durur.
Schutz’un
bilgi stoku fikri, Mead’in genelleştirilmiş diğerine benzer. Böylece bireylerin
dünyayı, toplumsal grupların verdiği tipleştirmeleri kullanarak inşaa etmekte
olduklarını söyler. Schutz’un bu
tipleştirme sürecini bir mektubun
postaya verilmesi ile açıklayabilirim.
ÖRNEK: Bir
mektubun postaya verildiğinde mektubu ayırıcılar ve ulaştırıcıların olduğu
insan tiplerinden bahsedebiliriz. Yani mektubu postaya verdiğimiz anda veren
kişi de dahil insan tipleştirme sürecine dahil olurlar. Bu dahiliyetle birlikte
iş birliği söz konuşu olur. En son mektubun yerine ulaşmasındaki reçeteler
başarıya ulaştığında dünya işlerinin düzgün gittiğini düşünür.
Kuramlarında
hem makro hem mikro yapıları kullanan Anthony Giddens da Schutz’dan etkilenmiştir. Giddens toplumsal eylemi çözümlerken Schutz gibi bilgi stoğunu ya da
karşılaştırmalarda yeri olan karşılıklı bilgiyi tercih eder. Bu durum tutarsız
bilinçlilik adını verdiği durum dışındadır. Bu yüzden Giddens alışılmış ve
tekrarlanan kavramlarına çok önem verir.
Burada, yine tekrarlanan durumlarda nasıl formüller ya da
tipikleştirilmiş tertipler kullanmakta olduğumuza dikkat çeker. Bunun için
gündelik hayatın incelenmesi, kuramsal uygulamaların nasıl sürdürüldüğü ve
yeniden üretildiği ile ilgili herhangi bir çözümlemenin vazgeçilemez bir
parçasıdır. Aynı zamanda Giddens’a göre: İnsanlarda, alışkanlık/alışılagelen kendi
dünyalarının gerçek olduğu duygusunu sürdürürler. Yalnızca kuramların devamında
değil, kendi kişiliklerimizde de devamını sağlamak önemlidir.
Buna bağlı
olarak Bettelheim, davranışlarda değil,
kişiliklerde de süratli olarak değişikliklerin olduğunu söyler.
ÖRNEK: Nazi
kamplarında uygulanan baskılar sonucu bireylerin kişiliklerinde bozukluklar gözlenmiştir.
Toplumsallaştırma
kavramı da önemlidir bu konuda. Fenemolojiyi toplumsallaşma içerisinde gözleriz
çünkü. Toplumsallaştırma, çocukluk
sırasında bir defaya özgü olan bir şey değildir. Toplumsallaşma, kişiliklerimiz, alışkanlıklarımız, toplumsal ilişkiler
yolu ile yeniden yaratılır ve sürdürülür. Bu konu içerisinde üç fenomenolojik
sosyoloji tipi ele alınmıştır. Bunlardan birincisi; Harold Garfinkel’ın Etnometodolojisi; ikincisi; Peter Berger’in gerçekliğin Toplumsal İnşası Kuramı;
üçüncüsü; Dorothy Smith’in feminist bakış açısı kuramıdır.
HAROLD GARFİNKEL:
ETNOMETODOLOJİNİN KURUCUSU
Harold
Garfinkel, 1967’de
Etnometodoloji Araştırması adlı
kitabının yayınlanmasından beri kurucusu
olarak kabul edilir. Bu tarihten sonra etnometodologların sayısı artmıştır.
Özgeçmiş:
1917’de
doğan Garfinkel, doktorasını Harvard’da 1992’de tamamladı. Ohoio Stote Üniversitesi’nde
iki yıl hocalık ve Chicago Üniversitesi’nde araştırmalarda görev aldı. Bütün meslek hayatı Los Angels’ta California
Üniversitesinde geçmiştir. Burada profesör ünvanı almıştır. Garfinkel 1975-1976 arası, Studies in
Ethnomethodology’nin yayım tarihi
1967’den sonra Standford Üniversitesi
yakınındaki Davranış Bilimleri İleri Araştırma Merkezinde etnometodolojik araştırmalar el kitabını hazırlamıştır.
Garfinkel, Parsons, Schutz, Gurwitsch ve Husserl’den etkilenmiştir.
Özellikle Schutz’a çalışmalarında borçludur. Çünkü etnometodoloji çalışmaları Schutz’a
göndermelerle doludur.
Etnometodolojiyi Tanımlama:
Etnometodolojinin
başlangıcı, Garfinkel’ın 1945’te jüri müzakerelerine ait kayıt bantlarının
çözümlenmesine kadar görüntülenebilir.
Müzakereleri yazıya dökerken etnometodoloji ile ilgili arayışı da başlamıştır. Etnobotani,
etnofizyoloji, etnofizik başlıklı bölümlerle karşılaşması da arayışlarında
etkili olmuştur. «Ethno « terimini halk
gibi tercüme edecek olursak kendi toplumsal dünyalarını anlatmadaki yöntemleri
olarak ifade edilir. Yani günlük
etkinliklerine verdikleri anlam ile ilgilidir.
İnsanlar gerçekleri sorgusuz sualsiz kabul ettikleri takdirde niçin bir
anlam çıkarsınlar ki? İşte Garfinkel bu yüzden bugünkü yaşama dünyasını anlamak
için olduğu gibi kabul edileni şüpheli bir şekilde ele almıştır.
ÖRNEK:
sınıfa giren profesör tahtaya saçma sapan şekiller çizmesi, perdeyi oynatması,
yerlere kağıt atması gibi bir davranışta bulunsun ve öğrenciler bunu yeniden
anlamlandırmaya çalışır ve birisi dikkat çekmek için yaptığını söylerken diğeri
ise esrarengiz ayinler yaptığını düşünür. Yani öğrenci görüneni yeniden
anlamlandırmaya çalışır. Etnometodoloji, geleneksel kuramsal bakış açısı
tarafından ortaya atılan sorunları çözecek metodoloji değildir. Sorunlar üzerine odaklanan, kuramsal bir
bakış açısıdır. Yani burada
etnometodolojinin, insan davranışlarını açıklamak ve niçinini ortaya koymak
amacı gütmediği görülür.
Anlatım:
Anlatım,
insanların bir durumdan çıkardıkları anlamı kendilerine ve başkalarına bildirme
yeteneğidir. Hem anlamla hem de dille ilgilidir. Yani bir eylemi açıklarken
sürekli olarak dil ve sözcüklerle hesap vermekteyiz. Buna da anlatım
diyebiliriz.
ÖRNEK: küçük
bir çocuktan bir resme dair özgün düşüncelerini anlatması istense, çocuk
resimdeki şekilleri, renkleri, ifadeleri başka birilerine yorumlamaya başlar ve
bu hesap verme durumu da anlatıma dahil olmaktadır.
Garfinkel karşılıklı
anlayış isteyen ve sözlü olarak açıklanmayan terimlere indeksli ifadeler nadını
verir. Ayrıca Garfinkel’ın stenografik konuşma
şekli vardır ve konuşmada anlamların doldurma özelliğinden bahseder.
Etnometodoloji Yapmak:
Etnometodologlar
tarafından çözümlenmek üzere bilgi toplamada kullanılan çeşitli yöntemler açık
uçlu ya da derinlemesine mülakatı; katılımcı gözlemi; videoya kaydetmeyi;
belgesel yorumlama yöntemini; ve etnometodoloğun bozma deneyleri adını verdiği etnometodolojik deneyleri içerir.
Etnometodologlar için bireyin günlük hayat durumlarına verdikleri anlamlar
birinci derece önemlidir. Bunun için
olayları, öznel anlamları ifade edebilecek bilgiyi toplamanın mükemmel bir yolu
olarak açık uçlu derinlemesine mülakatlar yaparken görebiliriz.
Etnometodologlar
tarafından kullanılan bir başka yöntemde belgelere dayalı yorum yöntemidir.
Garfinkel’a göre bu yöntem, birilerinin davranışlarını devamlı olarak tekrar
tekrar yorumlamakta ve bunların
gerisindeki örnekleri olan insanlarca
devamlı olarak kullanılan yöntemdir.(Turner ethnomethodology: Selected
Readings, s. 144)
Etnometodoloji
yapmanın son yolu, araştırmanın alışılmış bir etkinliğe müdahale etmeleri
veya Garfinkel’ın dediği gibi etkinliğe sahneyi bozmaları
olan bozma deneyidir.(Studies in
Ethnometodology, s. 38, 42, 47, 49)
Metodolojik
Karşılaştırma
Simgesel
etkileşimcilik gibi, etnometodoloji de roller ve yapılardan çok, bireyler ile
ilgili toplumsal-psikolojik yaklaşımdır. Ancak soruları simgesel
etkileşimcilikten farklıdır. Simgesel etkileşimcilik ve etnometodoloji tarafından
kullanılan yöntemler esas itibarıyla aynı olmakla beraber, farklı şekillerde
kullanılırlar; çünkü etnometodoloji farklı sorular sorar. Etnometodologlar bir
durumdan anlam çıkarmakta olan kişileri çözümleyebilecekleri durumların
peşindedirler. Bu gibi olayların bulunacağı yerler göçmen bürolarıdır.
Göçmenleri, yeni bir ülkede geçirdikleri ilk haftalarda izleyecek olan bir
araştırmacı birçok veri bulacaktır. Aynı şey, bir fakülte öğrenci yerleşkesinde
ilk haftalar ya da bir ailenin kızının ya da oğlunun AIDS olduğu haberi
aldıktan sonra geçen aylar için de söylenebilir. Yeni ve beklenmedik durumların
sık sık ortaya çıktığı yerler etnometodolojik veriler bakımından zengindir.
Bir beyzbol
oyunu düşünelim. Etnometodolojik bakış açısıyla çalışan bir kimse, oyuncuların
akıllarından neler geçtiğini araştırmaktan çok, hakem veya oyuncu hiç
beklenmedik şekilde hareket ettiği takdirde, oyuncuların göstereceği
tepkilerden anlaşılacak olduğu gibi, durumu nasıl anladıklarıyla
ilgilenecektir. Örneğin karşı tarafın sahasında sayı yapan bir oyuncunun
alışılmamış davranışı karşısında etnometodolog, “Oyuncu, bir düzen duygusunu
oluşturmak ve korumak için hangi yöntemleri kullanır?” sorusunu sorar.
Sudnow,
açıkça simgesel etkileşimcilik ile etnometodoloji arasında önemli bir fark
olarak bu problematik duruma işaret eder. Sudnow örgütsel açıdan bakınca ölmek
bilincinin birçok insan için yersiz olduğunu söyler. Eğer insanlar
etnometodologlar gibi, doğal olarak düzenlenmiş olan gündelik etkinliklerin
incelenmesi ile ilgili iseler; hastanın, ölmekte olduğunun ne derece farkında
oluşu, onlar için önemli değildir. Sudnow için önemli olan, koğuştaki
insanların ölmek durumundan nasıl anlam çıkardıklarıdır. Yani o duruma katılan
bütün insanların koğuşta dünyaya nasıl düzenli bir toplumsal manzara
arzettikleridir.
Öğrencilere
satış elemanı ile standart bir fiyat konulmuş olan mal için pazarlık etmeleri
talimatının verildiği bir deneyi hatırlayalım. Garfinkel bu durumda öğrenci
müşterilerin korkup utanacaklarını ve satış elemanlarının da endişeli ve öfkeli
olacaklarını söyler. Garfinkel’in öğrencilerinden birçoğu korkmuş olmakla
beraber, altı pazarlık deneyimini tamamlamış olan birçokları, pazarlığı
başarıyla yürütebileceklerini öğrenmişler ve gelecekte pazarlıketmeyi
planlamışlar ve böylece tek fiyat kuralının benimsenmesinin problematik
olduğunu göstermişlerdir. Bu bakımdan, kendileri için ve satıcılar için yeni
bir toplumsal gerçek inşa etmişlerdir.
Simgesel
etkileşimcilik bakış açısı, satış elemanının kendisiyle olan etkileşimi ve
satış elemanının bu beklenmedik durumla karşılaştığında, kendi kendisine ne
söylediği üzerinde duracaktır. Simgesel etkileşimciliğin odağı, satış
elamanının durumla ilgili tanımı ve onun için anlamıdır. Etnometodoloji, satış
elamanının duruma, düzene benzer bir görünüm getirmek için, hangi yöntemleri
kullandığını ya da nasıl bir anlatım sunduğunu bilmek ister. Eylemin
etnometodoloji yönünden yorumlanmasının en önemli kısmı, durumun alışılagelmiş
olarak kabul edilen ya da bağlamsal belirgin nitelikleridir. Garfinkel
anlamların durumlara dayandığını vurguladığı için, satış elemanı ile müşteri
arasındaki etkileşimin yeri ve zamanı, olay sırasında orada bulunan diğer
kişiler ve satış elemanının müşterinin niyeti hakkındaki bilgisinin, durumun
anlamına varabilmek için bu konulardaki bilgilerle doldurulması gerekir.
Temelde her iki bakış açısı da niteliksel verilerle ilgilenmektedir. Ancak
hiçbiri, niceliksel verilerin değersiz olduğunu iddia etmez.
Hem
etnometodologlar hem de simgesel etkileşimciler metodolojik tespitler olarak
biografiler, derinlemesine mülakatlar, vaka incelemeleri ve katılımcı
gözlemleri kullanırlar. Ancak Garfinkel katılımcı gözlemi tartışırken,
araştırmacının katılımcı rolünü, gözlemci, rolünden öne çıkarmaktadır. Ona
göre, araştırmacılar araştırıdkları dünyanın bir parçası olup, onu iyi
tanımalıdırlar. Bunu başka bir şekilde ifade etmek gerekirse; etnometodoloji,
eylemler ile ilgili kuralların değil, eylemlerin incelenmesidir. Psathas’ın
anlatımına göre bu yüzmeyi öğrenmek gibidir. İnsan yüzmeyle ilgili bir kitabı
okuyarak çok şey öğrenebilir fakat yüzücü olmanın tek yolu onu yapmak, suya
girmek ve yüzmektir.
PETER
BERGER : GERÇEKLİĞİN TOPLUMSAL KURULUŞU
Özgeçmiş
Fenomenolojik
toplumbilimin bir başka dalı, Peter Berger’ın çalışmaları ile ortaya
koyulmuştur. 1929’da Avusturya’da, Viyana’da doğan Berger, lisans derecesini
1949’da Wagner College’de almış, yükseklisans ve doktora derecelerini 1950 ve
1954’de Alfred Schutz’un öğrencisi olarak New School for Social Research’de
kazanmıştır. Bundan sonra, Hardford Seminary Foundation, New School for Social
Research, Rutgers ve Boston College’da hocalık yapmıştır. Halen Boston
Üniversitesi’nde profesördür. Berger’ın çalışmalarının temeli, Thomas Luckmann
ile yazdığı Gerçekliğin Toplumsal Kuruluşu’dur. Berger’ın yazılarının çoğu, din
sosyolojisi üzerine odaklanmıştır. Kutsal Kubbe bunun örneğidir.
Anahtar Kavramlar
The Social
Construction of Reality’de Berger ve Luckmann bir bilgi sosyolojisi yaklaşımı
sergilemişlerdir. Herhangi bir bilgi parçasının toplumsal yönden gerçeklik
olarak kabul edilmesi süreçleri üzerinde odaklanmışlardır. Gerçekliğin
inşasından, insanların eylemler ve etkileşimler yoluyla nesnel olarak olaylara
dayanan ve öznel olarak da anlamlı olarak deneyimlenen ve paylaşılan bir
gerçekliğin devamlı bir şekilde yaratılmasını kastetmektedirler. Günlük
gerçekliği toplumsal olarak kurulmuş bir sistem olarak kabul ederler, bu
sistemde insanlar günlük olaylara belirli bir düzen atfederler, bu hem öznel
hem de nesnel ögeleri olan bir gerçekliktir. Öznelden, gerçekliğin bireye
kişisel olarak anlamlı oluşu kastedilmektedir. Nesnel ise, bir insan ürünü
olarak kabul ettikleri toplumsal düzen ya da kurumsal dünyadır.
Berger ve
Luckmann’a göre yabancılaşma, anlam kaybolması olarak tanımlanır. Toplumsal
olarak kurulmuş bilgi sisteminde ayrılıp dağılma olmuştur. Örneğin,
modernleşmenin geleneksel dünyaları aşındırdığı kalkınmakta olan ülkeler ve
Sovyetler Birliği’nin çökmesi ile ortaya çıkan yeni uluslar bu cins bir
yabancılaşma yaşamaktadırlar. Ancak, anlamın yeniden keşfedilmesi ile bir bilgi
sisteminin yeniden kuruluşu bu ulusların yabancılaşmasını hafifletebilir. Bu
kuramın esası, her günkü gerçekliğin toplumsal olarak nasıl kurulduğu sorunu
ile ilgilidir.
Berger’ın ve
Luckmann’ın fenomenolojik çözümlemesi günlük hayatın, burada ve şimdi olan
gerçekliğin öznel olarak deneyimlenmesi üzerinde odaklanır. Bu gerçeklik, hem
geçmişi hem de geleceği içerir.Açıklamalarına göre, “Benim bu dünyada olan
dikkatim ve yapmakta olduğum; yapmış olduğum ve ne yapmayı tasarlamakta olduğum
tarafından tayin edilir.” Berger ve Luckmann, Goffman gibi, gerçek eylemin yüz
yüze olduğu kanaatindedirler. Toplumsal etkileşimin prototipinin, yüz yüze
etkileşim olduğunu ve diğer bütün toplumsal etkileşim hallerinin ondan
çıktığını söylerler.
Berger ve
Luckmann’ın diyalektik sürecin anları olarak tanımladıkları kuramın anahtar
kavramları dışsallaştırma, nesnelleştirme ve içselleştirmedir.
Dışsallaştırma
Berger ve
Luckmann gerçekliğin toplumsal kuruluşunda devam eden diyalektik sürecin ilk
durumuna dışsallaştırma adını verirler. Burada bireyler kendi etkinlikleri ile
kendi toplumsal dünyalarını yaratırlar. Toplumsal düzene, süregelen bir insan
üretimi olarak bakarlar. Toplumsal düzen, geçmiş insan etkinliğinin sonucudur
ve insan etkinliği onu üretmeye devam ettiği sürece vardır. Böylece
dışsallaştırmanın iki boyutu vardır. Bir yanda insanların yeni bir arkadaş
edinmek veya yeni bir iş kurmak gibi, yeni toplumsal bir gerçeklik
yaratabilecekleri demektir. Öte yanda insanların, eski arkadaşlıkları korumak
ve yenilemek ya da gelir vergileri ödemek gibi, toplumsal kurumları sürekli
olarak dışsallaştırarak, yeniden yaratabilecekleri demektir.
Dışsallaştırmayı
daha iyi anlayabilmek için, yeni bir arkadaşlık kurma olayına bakalım.
Etkileşimlerini karşılıklı olarak tatmin edici bulan iki kişi, arkadaş olurlar.
Bu arkadaşlık yeni bir toplumsal gerçekliktir. Yeni ortaya çıkmış olan “bizlik”
daha önce var olmayan bir toplumsal gerçekliktir. Arkadaşlar kendileri etkin
bir biçimde ve isteyerek bu yeni toplumsal varlığı üretmişleridir. Arkadaşlık,
her etkileşimde arkadaşlıklarını yeniden yaratmakta olacakları anlamında, devam
eden bir insani üretimdir. Böylece arkadaşlık hem insanlar tarafından üretilen
hem de onların dışında olan bir kurumdur. Dışsallaştırmaya başka örnekler
evlilik, yeni bir iş veya yeni bir uğraşının yaratılması ve korunmasıdır.
Kısacası dışsallaştırma, bireylerin toplumu yaratması demektir
Nesnelleştirme
Nesnelleştirme
bireylerin gündelik hayatı, düzenli, önceden tertiplenmiş, kendisini insanlara
kabul ettiren, ama görünüşte onlardan bağımsız bir gerçeklik olarak algılama
sürecidir.
Dil,
nesneleri belirleyen araçtır. Berger ve Luckmann şöyle açıklarlar: Günlük
hayatın orta nesnelleştirilmesi, esas itibarıyla dile ait anlamlarla korunur.
Günlük hayat her şeyden fazla, benim gibi insanlarla olduğum ve sürdürdüğüm
yaşamdır. Günlük yaşam gerçekliğinin herhangi bir anlayışı için dili anlamak
zorunludur.
İçselleştirme
Diyalektik
sürecin üçüncü evresi, kuramsal düzenin meşrulaştırdığı bir çeşit
toplumsallaştırma olan içselleştirmedir. Berger’a göre içselleştirme, Parsons
için toplumsallaştırma olan, bireylerin nesnelleştirilmiş toplumsal gerçekliği
içselleştirdikleri ve sonuçta herkesin olduğu gibi kabul edildiği toplumsallaştırmadır.
Burada bir kimlik sorunu yoktur, çünkü herkes herkesin ve kendisinin kim
olduğunu bilir.
Gerçekliğin
toplumsal kuruluşu kuramı, bireylerin içselleştirme yaptıkları hallerde, mevcut
olan toplumsal kurumların beklentilerine uyduklarını ve aynı zamanda toplumsal
kurumları yeniden kurduklarını söyler. Yeni bir kurumun kurulması
dışsallaştırma evresinde olur; bir kere dışsallaştırıldıktan sonra nesnelleşir
ve bir kere nesnelleştirdikten sonra, içselleştirilmiş bir varlık olarak birey
üzerinde etkisini yapar. Berger ve Luckmann’ın özetledikleri gibi, “Toplum bir
insan üretimidir”(dışsallaştırma), “Toplum nesnel bir
gerçekliktir”(nesnelleştirme), “İnsan toplumsal bir üründür”(içselleştirme)
Berger ve
Luckmann sosyolojik kuramın ana sorununu, ‘özel anlamların nasıl olup da nesnel
gerçeklikler haline geldiği’ olarak belirlerler. Onların birinci derecede
ilgilendikleri husus belli bir dünyayı az çok gerçek yapan ve tam olarak
içselleştiren etkenlerdir.
İçselleştirme
ile ilgili bir sorun, Berger ve Luckmann’ın somutlaştırma adını verdikleri bir
oluşumdur. İnsan faaliyetlerinin ürünlerinin, insan ürünleri olmaktan farklı
bir şey oldukları anlayışı. Somutlaştırma, insanın kendi dünyasının
yarartılmasında kaynak olduğunu unutabileceği ve bundan sonra da üretici insan
ile ürünleri arasındaki diyalektiğin bilincinde olmaktan uzaklaşacağı demektir.
Somutlaştırılmış dünya, tanım olarak, insansal olmaktan çıkmış bir dünyadır.
Son olarak,
gerçekliğin toplumsal kuruluşu kuramı, hem rollerin hem de kurumların somutlaştırılabileceğini
savunur. Örneğin bir bireyi “Durumun dolayısıyla böyle davranmalıyım, başka
seçeneğim yok dediğinde, bu birey somutlaştırılmaya kilitlenmiş bir zihniyet
örneği vermektedir. Böyle bir zihniyet, insanların karşılarındaki seçenekleri
önemsemeyerek insan dünyasının yaratıcısının kendileri olduğunu unuttuklarının
örneğidir.
DOROTHY E. SMITH : FEMİNİST GÖRÜŞ
AÇISI KURAMI
Özgeçmiş
İngiltere’de
1926’da doğmuş olan Dorothy E. Smith, London School of Economics’e girmeden
önce sekreter olarak çalışmış, orada 1955’te lisans derecesini almıştır. Kısa
bir süre sonra Birleşik Devletler’e geçmiş, Berkeley, University of
California’da 1963’te doktora derecesini almış, 1964 ve 1966 yıllarında orada
ders vermiştir. Diğer akademik görevleri İngiltere’de University of Essex,
Kanada’da University of Biritish Columbia ve University of Toronto’da olup,
1977’den beri bu sonuncusunda Ontario Institute of Studies in Education’ın
Eğitim Sosyolojisi Bölümü’nde profesörlük düzeyinde çalışmaktadır.
Görüş Açısı Kuramı
Dorothy
Smith’in görüş açısı kuramı, ikincil durumunda olan bireylerin gündüz/gece
hayatlarını araştırır. Smith’in kuramı, kadınların bakış açıları üzerinde
odaklanmışsa da, görüş açısı kuramı, Patrica Hill Collins tarafından
çözümlenmiş olan siyah kadınlar gibi, ikincil durumlarda olan başka bireylerin
bakış açılarını da kapsayabilir. Başka görüş açısı kuramları, yoksul beyaz
kadın ve erkekler, homoseksüel kadın ve erkekler, çağdaş Batı toplumunun
dışındaki azınlık etnik ve dinsel gruplar üzerinde durabilirler.
Smith’in
feminist görüş açısı kuramı, hem toplumsal-yapısal hem de toplumsal-psikolojik
öğeler içermektedir. C. Wright Mills, Anthony Giddens, Pierre Bourdieu ve
Randal Collins gibi, makroyapısal ve mikroetkileşimsel çözümleme düzeyleri
arasında köprü kurar. Kendi bakış açısını Marx ve Engels tarafından
geliştirilmiş materyalist yöntem ile Garfinkel’in etnometodolojisinin
birleştirilmesi olarak tanımlar. Smith, kadınlarca günlük deneyimlerinde
yaşanan erkek egemen yapılar ve kadınların bu deneyimler hakkındaki düşünceleri
ve duyguları ile ilgilenir.
Ataerkil
düzenden dolayı, Smith’e göre kadınlar gündüz ve gece hayatlarında bildikleri
ve deneyimledikleri ile, ataerkil kültürü ifade eden simgeler, imgeler,
sözcükler ve kavramlar arasında bir fay hattı deneyimlemektedirler. Bunun
sonucunda kadınlar bölünmüş bir bilinçlilikle yaşama eğilimindedirler. Smith’in
fenomenolojiye olan borcu, toplumsal kurumlarda alışılagelinmiş olan kabulleri
çözmeye çalışmasında görülür.
Smith’in
görüş açısı kuramında bir anahtar kavram, yönetim ilişkileri ya da yönetme aygıtlarıdır.
Bunlar yalnız devlet değil, çağdaş toplumları örgütleyen, idare eden ve
düzenleyen idari kurumlar, hükümet, yönetim ve mesleklerden oluşur. Egemen
beyaz azınlığın üyeleri olmayan kadınlar ve diğer insanlar, yönetim
ilişkilerine mümkün olduğu takdirde, pek marjinal bir ölçüde katılmaktadırlar.
Bir başka otobiyografik hatıra, Dorothy Smith’in, Berkeley University of
California’da iki yıllık fakülte üyesi olarak marjinalitesini göstermektedir.
Smith yönetim
aygıtının, egemen sınıflardan oluşan, yalnız çalışanlar sınıfını değil,
kadınları ve’ renkli birçok kadın ve erkeğin, yerli halkın, homoseksüel kadın
ve erkeklerin seslerini’ dışarıda bırakan bir sınıf örgütü olduğunu iddia eder.
Farklı görüş açıları ile, yönetim cihazı ve sınıfının farklı cepheleri görülür.
Smith’e göre toplumsal bilimcinin, bir yere bağlı olmayan, nesnelleştirilmiş
yönetim ilişkilerinin kavramsal uygulamalarını araştırmaya açması için
başlangıç noktası kadın görüş açısıdır.
Fenomenoloji
alışılagelmiş kabulleri sorgular, kültürel olarak öğrenilmiş fikirlere meydan
okur ve günlük hayatı anlayabilmek için alışılagelmiş olanları problematik
olarak ele alır.Bu tutumun bir örneği Smith’in kadınlık tartışmasıdır. Ona
göre, kadınlığın feminist açısından araştırması, buna, toplumsallaşma yoluyla
üretilen ve kadınların bir şekilde boyun eğdikleri bir normatif düzenden ayrı
bir yerden bakmaktır. Bunun yerine, kadınlık, metinlerde yer alan gerçek
ilişkiler bileşiği olarak ele alınmaktadır.
Metodolojik Sonuçlar
Dorothy
Smith, 1983’te bir küçük çocuk koğuşunda açıklanamayan ölümlerle ilgili bir
komisyon araştırmasını irdelemesi sonucunda, kamu önünde yapılan konuşmalarda,
konuşmacı olarak kadınların hesaba katılmadıklarını belirtir. Hem doktorlar hem
de hemşireler tanık olarak çağırılmış olmakla beraber; doktorlara sözlerine
güvenilir kişiler olarak, komisyondaki hakimler ve avukatlarla eşit muamele
yapılmıştır. Buna karşılık, hemşirelerin sözleri kesilerek, taciz
edilmişlerdir. Hemşirelerin içsel ufukları dışlanmış ve dikkate alınmamıştır.
Bu araştırmada hiç belirtilmemiş olmakla beraber, doktorların çoğunun erkek
olduğunu anlayabiliriz. O zamanlarda, kadınların düşük statülü, erkeklerin
yüksek statülü olarak görülmeleri o kadar alışılmış bir husustu ki, olayda yer
alanların cinsiyetlerini belirtmek gerekli değildi.
Dorothy
Smith’in çalışmalarının büyük bir kısmı, sosyolojik araştırmanın genişletilmesi
ve yeniden örüntülenmesidir. “Kendi çalışmalarım, bir toplayıcı kuram olarak
değil, daima ileriye doğru devam eden, her şeyin iç yüzünü araştıran ve
keşfeden, ister kadınların ister diğer grupların giderek gelişen mücadelesi ile
ilgili politika ve araştırmalarına dönük bir araştırma yöntemidir. Bu anlamda
Dorothy Smith geniş ölçüden eleştirel çatışma yaklaşımından faydalanmakta ve
fenomenoloji metodolojisinin ötesine geçmektedir.
Sonuç
Görmüş
olduğumuz gibi, fenomenoloji geleneksel sosyoloji olmaktan uzaktır.
Fenomenoloji, niceliksel araştırma taraflısı olan mutad sosyologlarca
güvenilmez kabul edilmektedir.
Simgesel
etkileşimcilik ve fenomenolojinin paylaşmakta oldukları diğer özellikler,
bireyi etkin ve bilgi sahibi bir özne olarak ele almak ve bireyin edilgin
olduğu herhangi bir araştırma metodolojisini küçük görmektir. C. Wright
Mills’in ifadesi ile, her ikisi de ‘büyük kuramı’ ve ‘soyutlanmış deneysellik’e
olumsuz bakmaktadır. Fenomenoloji ile simgesel etkileşimciliğin mikrososyolojik
çözümleme düzeyine yapacakları farklı ve birbirini tamamlayan katkıları vardır.
Berger’in
gerçekliğin toplumsal kuruluşu kuramı; toplumsallaşmayı, toplumun değeri ve
normlarının içselleştirilmesi olarak tanımlayan işlevselcilik gibidir. Ancak
Berger’in durumu, Parsons’ınkinden farklıdır. Çünkü o, bireyi toplumsal düzene
karşı tavır alabilecek olarak görmektedir. Berger, bize toplumsal düzenin bir
insan üretimi olduğunu söyler. Ancak, Dorothy Smith’den farklı olarak, bazı
insanların diğer bazılarına göre toplumsal gerçekliği yaratmakta yardımcı olmak
anlamında daha iyi durumda olup olmadıkları sorununa eğilmez. Berger’in kuramı
güç ilişkilerinin çözümlenmesi için gerekli aletlere sahip değildir. Bu
eksikliği etnometodoloji ve simgesel etkileşimcilik de paylaşmaktadır. İşte bu
yüzdendir ki, Dorothy Smith yönetim ilişkilerinde alt mevkilerde olan kadınlar
ve diğer grupların görüş açılarını çözümlemek için, Marx ve Engels’i,
fenomenoloji ile bir araya getirmiştir.
Titanium Dioxide | Recipes - Titanium-Arts Recipes
YanıtlaSilTITNA'S ATOMIC MOLDERS' TIPES – TATRIUM ATOMIC MOLDERS' TIPES. Recipes. TITNA'S ATOMIC MOLDERS' TIPES. Recipes. TITNA'S ATOMIC MOLDERS' titanium engagement rings for her TIPES. 제이티엠허브출장안마 Recipes. babyliss pro titanium hair dryer TITNA'S ATOMIC MOLDERS' TIPES. Recipes. TITNA'S cobalt vs titanium drill bits ATOMIC microtouch solo titanium MOLDERS' TIPES.