20 Mayıs 2016 Cuma

FENOMENOLOJİ

Çağdaş Sosyoloji Teorileri ders sunumum aşağıdadır:

FENOMENOLOJİ

Sosyolojik bakış açılarına göre fenomenoloji içlerinde en yeni olanıdır. Çatışma kuramı gibi fenomenolojik toplum bilimi birçok sosyolojik çözümleme biçimini kapsar. Bu bölümde üç konu başlığını ele alacağız. Bunlar: Toplumsal gerçekliğin inşası, etnometoldoloji, feminist bakış açısıdır.
Phenemon sözcüğü Yunanlarda görünüş/görünüm anlamındadır.
Fenomenoloji olayları ya da görüşleri doğrudan doğruya algılandığı şekilde inceler.

ÖRNEK: bize birisi elimizde olan ya da okuduğumuz nesnenin ne olduğunu sorsa saçma karşılarız ve neye benzediğini herkesin söyleyebileceğini söyleriz.
Kitap düşüncesinden de yola çıkarsak dünyayı algılayabildiğimiz ve yorumlayabildiğimiz ölçüde varızdır. Aynı zaman da algılama ve yorumlama toplumsallaştırma sürecini de var eder.

ÖRNEK: başka bir galaksiden gelen insan için kitabın ne işe yaradığını sorsa o nesneyi tanımlamakla başlarız ve bu onun bu galaksiye yabancılığından kaynaklanır. *

? Kısaca fenomenoloji nasıl tanımlanır?

Öğrenmiş olduğumuz kavramları sorgulamamızı ve dünyaya bakış açımızı, burada bulunuşumuzu sorgulamamızı gerektirir.  Az önceki örneğe de dönecek olursak nasıl ki uzaydan gelen bir ziyaretçi kitabın ne olduğuna dair bilgisi yok ve o nesneye yabancı ise fenomenoloji de bizlerin dünyaya olaylara, olgulara, herhangi bir toplumsal eyleme uzaydan gelen bir ziyaretçi gibi yaklaşmamızı ister. Yani bir yabancı gibi her şeyi anlamaya, sorgulamaya, yorumlamaya çalışmamızı ister. 

Fenomenologlar, insanların kültürel kavramlarını askıya alır ve toplumsal durumlarını nasıl algıladıklarını inceler. Kısaca: İşlevselliğin aksine,  toplumsal düzene karşı bir tavır alır ve kültürel olarak edindiğimiz düşüncelere meydan okur.

 ENTELLEKTÜEL KÖKLER: EDMUND HUSSERL VE ALFRED SCHUTZ

Fenomenolojik sosyolojinin köklerini ya da bu terimi ilk kullanan Alman filozof Edmend Husserl’dır. ona göre,  bütün bilgilerimiz doğrudan duyulara dayanan olaylardan gelir. Bunun dışında her şey spekülasyondur.

Fenomenolojik toplum bilimcilerin esas işi  «dünyanın nasıl göründüğüne dair tasfirler yapmaktır». Husserl’in görüşlerini Alfred Schutz geliştirmiştir. Schutz Almanya nazisinden kaçan bir felsefecidir ve geçinebilmek için New York’ta bankada çalışmıştır. Toplum ve felsefe üzerine akşam dersleri vermiştir. Aynı zamanda sosyoloji ve felsefe profesörü olmuştur. 1959’dan ölümüne kadar New School’da dersler vermiştir. Schutz, Husserl’in felsefesini sosyolojiye uygulamaya çalışır ve bunu yaparken de Weber’in öznel anlayış kavramını kullanır. Schutz’a göre bireyin günlük hayat kavramına atfettiği anlam önemlidir. Bu yüzden bireyin kendi durum tanımı üzerinde durur.

Schutz’un bilgi stoku fikri, Mead’in genelleştirilmiş diğerine benzer. Böylece bireylerin dünyayı, toplumsal grupların verdiği tipleştirmeleri kullanarak inşaa etmekte olduklarını söyler. Schutz’un  bu tipleştirme sürecini  bir mektubun postaya verilmesi ile açıklayabilirim.

ÖRNEK: Bir mektubun postaya verildiğinde mektubu ayırıcılar ve ulaştırıcıların olduğu insan tiplerinden bahsedebiliriz. Yani mektubu postaya verdiğimiz anda veren kişi de dahil insan tipleştirme sürecine dahil olurlar. Bu dahiliyetle birlikte iş birliği söz konuşu olur. En son mektubun yerine ulaşmasındaki reçeteler başarıya ulaştığında dünya işlerinin düzgün gittiğini düşünür.

Kuramlarında hem makro hem mikro yapıları kullanan Anthony Giddens  da Schutz’dan etkilenmiştir.  Giddens toplumsal eylemi çözümlerken  Schutz gibi bilgi stoğunu  ya da  karşılaştırmalarda yeri olan karşılıklı bilgiyi tercih eder. Bu durum tutarsız bilinçlilik adını verdiği durum dışındadır. Bu yüzden Giddens alışılmış ve tekrarlanan kavramlarına çok önem verir.  Burada, yine tekrarlanan durumlarda nasıl formüller ya da tipikleştirilmiş tertipler kullanmakta olduğumuza dikkat çeker. Bunun için gündelik hayatın incelenmesi, kuramsal uygulamaların nasıl sürdürüldüğü ve yeniden üretildiği ile ilgili herhangi bir çözümlemenin vazgeçilemez bir parçasıdır. Aynı zamanda Giddens’a göre: İnsanlarda, alışkanlık/alışılagelen kendi dünyalarının gerçek olduğu duygusunu sürdürürler. Yalnızca kuramların devamında değil, kendi kişiliklerimizde de devamını sağlamak önemlidir.
Buna bağlı olarak Bettelheim,  davranışlarda değil, kişiliklerde de süratli olarak değişikliklerin olduğunu söyler.

ÖRNEK: Nazi kamplarında uygulanan baskılar sonucu bireylerin kişiliklerinde bozukluklar gözlenmiştir.
Toplumsallaştırma kavramı da önemlidir bu konuda. Fenemolojiyi toplumsallaşma içerisinde gözleriz çünkü.  Toplumsallaştırma, çocukluk sırasında bir defaya özgü olan bir şey değildir. Toplumsallaşma,  kişiliklerimiz, alışkanlıklarımız, toplumsal ilişkiler yolu ile yeniden yaratılır ve sürdürülür. Bu konu içerisinde üç fenomenolojik sosyoloji tipi ele alınmıştır. Bunlardan birincisi; Harold Garfinkel’ın  Etnometodolojisi;  ikincisi; Peter Berger’in  gerçekliğin Toplumsal İnşası Kuramı; üçüncüsü;  Dorothy Smith’in  feminist bakış açısı kuramıdır. 


HAROLD GARFİNKEL: ETNOMETODOLOJİNİN KURUCUSU

Harold  Garfinkel, 1967’de  Etnometodoloji  Araştırması adlı kitabının yayınlanmasından  beri kurucusu olarak kabul edilir. Bu tarihten sonra etnometodologların sayısı artmıştır.

Özgeçmiş:

1917’de doğan Garfinkel, doktorasını Harvard’da 1992’de tamamladı. Ohoio Stote Üniversitesi’nde iki yıl hocalık ve Chicago Üniversitesi’nde araştırmalarda görev aldı.  Bütün meslek hayatı Los Angels’ta California Üniversitesinde geçmiştir. Burada profesör ünvanı almıştır. Garfinkel  1975-1976 arası, Studies in Ethnomethodology’nin  yayım tarihi 1967’den sonra  Standford  Üniversitesi  yakınındaki Davranış Bilimleri İleri Araştırma  Merkezinde etnometodolojik araştırmalar  el kitabını hazırlamıştır.
Garfinkel,  Parsons, Schutz, Gurwitsch ve Husserl’den etkilenmiştir. Özellikle Schutz’a çalışmalarında borçludur. Çünkü etnometodoloji çalışmaları Schutz’a göndermelerle doludur.


 Etnometodolojiyi Tanımlama:

Etnometodolojinin başlangıcı, Garfinkel’ın  1945’te  jüri müzakerelerine ait kayıt bantlarının çözümlenmesine kadar  görüntülenebilir. Müzakereleri yazıya dökerken etnometodoloji ile ilgili  arayışı da başlamıştır. Etnobotani, etnofizyoloji, etnofizik başlıklı bölümlerle karşılaşması da arayışlarında etkili olmuştur.  «Ethno « terimini halk gibi tercüme edecek olursak kendi toplumsal dünyalarını anlatmadaki yöntemleri olarak ifade edilir.  Yani günlük etkinliklerine verdikleri anlam ile ilgilidir.  İnsanlar gerçekleri sorgusuz sualsiz kabul ettikleri takdirde niçin bir anlam çıkarsınlar ki? İşte Garfinkel bu yüzden bugünkü yaşama dünyasını anlamak için olduğu gibi kabul edileni şüpheli bir şekilde ele almıştır.
ÖRNEK: sınıfa giren profesör tahtaya saçma sapan şekiller çizmesi, perdeyi oynatması, yerlere kağıt atması gibi bir davranışta bulunsun ve öğrenciler bunu yeniden anlamlandırmaya çalışır ve birisi dikkat çekmek için yaptığını söylerken diğeri ise esrarengiz ayinler yaptığını düşünür. Yani öğrenci görüneni yeniden anlamlandırmaya çalışır. Etnometodoloji, geleneksel kuramsal bakış açısı tarafından ortaya atılan sorunları çözecek metodoloji değildir.  Sorunlar üzerine odaklanan, kuramsal bir bakış açısıdır.  Yani burada etnometodolojinin, insan davranışlarını açıklamak ve niçinini ortaya koymak amacı gütmediği görülür.

Anlatım:
Anlatım, insanların bir durumdan çıkardıkları anlamı kendilerine ve başkalarına bildirme yeteneğidir. Hem anlamla hem de dille ilgilidir. Yani bir eylemi açıklarken sürekli olarak dil ve sözcüklerle hesap vermekteyiz. Buna da anlatım diyebiliriz.
ÖRNEK: küçük bir çocuktan bir resme dair özgün düşüncelerini anlatması istense, çocuk resimdeki şekilleri, renkleri, ifadeleri başka birilerine yorumlamaya başlar ve bu hesap verme durumu da anlatıma dahil olmaktadır.
Garfinkel karşılıklı anlayış isteyen ve sözlü olarak açıklanmayan terimlere indeksli ifadeler nadını verir.  Ayrıca Garfinkel’ın stenografik konuşma şekli vardır ve konuşmada anlamların doldurma özelliğinden bahseder.


Etnometodoloji Yapmak:

Etnometodologlar tarafından çözümlenmek üzere bilgi toplamada kullanılan çeşitli yöntemler açık uçlu ya da derinlemesine mülakatı; katılımcı gözlemi; videoya kaydetmeyi; belgesel yorumlama yöntemini; ve etnometodoloğun  bozma deneyleri adını verdiği  etnometodolojik deneyleri içerir. Etnometodologlar için bireyin günlük hayat durumlarına verdikleri anlamlar birinci derece önemlidir.  Bunun için olayları, öznel anlamları ifade edebilecek bilgiyi toplamanın mükemmel bir yolu olarak açık uçlu derinlemesine mülakatlar yaparken görebiliriz.

Etnometodologlar tarafından kullanılan bir başka yöntemde belgelere dayalı yorum yöntemidir. Garfinkel’a göre bu yöntem, birilerinin davranışlarını devamlı olarak tekrar tekrar yorumlamakta  ve bunların gerisindeki örnekleri  olan  insanlarca  devamlı olarak kullanılan yöntemdir.(Turner ethnomethodology: Selected Readings, s. 144)

Etnometodoloji yapmanın son yolu, araştırmanın alışılmış bir etkinliğe müdahale etmeleri veya  Garfinkel’ın  dediği gibi etkinliğe sahneyi bozmaları olan  bozma deneyidir.(Studies in Ethnometodology, s. 38, 42, 47, 49)



 Metodolojik Karşılaştırma

Simgesel etkileşimcilik gibi, etnometodoloji de roller ve yapılardan çok, bireyler ile ilgili toplumsal-psikolojik yaklaşımdır. Ancak soruları simgesel etkileşimcilikten farklıdır. Simgesel etkileşimcilik ve etnometodoloji tarafından kullanılan yöntemler esas itibarıyla aynı olmakla beraber, farklı şekillerde kullanılırlar; çünkü etnometodoloji farklı sorular sorar. Etnometodologlar bir durumdan anlam çıkarmakta olan kişileri çözümleyebilecekleri durumların peşindedirler. Bu gibi olayların bulunacağı yerler göçmen bürolarıdır. Göçmenleri, yeni bir ülkede geçirdikleri ilk haftalarda izleyecek olan bir araştırmacı birçok veri bulacaktır. Aynı şey, bir fakülte öğrenci yerleşkesinde ilk haftalar ya da bir ailenin kızının ya da oğlunun AIDS olduğu haberi aldıktan sonra geçen aylar için de söylenebilir. Yeni ve beklenmedik durumların sık sık ortaya çıktığı yerler etnometodolojik veriler bakımından zengindir.

Bir beyzbol oyunu düşünelim. Etnometodolojik bakış açısıyla çalışan bir kimse, oyuncuların akıllarından neler geçtiğini araştırmaktan çok, hakem veya oyuncu hiç beklenmedik şekilde hareket ettiği takdirde, oyuncuların göstereceği tepkilerden anlaşılacak olduğu gibi, durumu nasıl anladıklarıyla ilgilenecektir. Örneğin karşı tarafın sahasında sayı yapan bir oyuncunun alışılmamış davranışı karşısında etnometodolog, “Oyuncu, bir düzen duygusunu oluşturmak ve korumak için hangi yöntemleri kullanır?” sorusunu sorar.

Sudnow, açıkça simgesel etkileşimcilik ile etnometodoloji arasında önemli bir fark olarak bu problematik duruma işaret eder. Sudnow örgütsel açıdan bakınca ölmek bilincinin birçok insan için yersiz olduğunu söyler. Eğer insanlar etnometodologlar gibi, doğal olarak düzenlenmiş olan gündelik etkinliklerin incelenmesi ile ilgili iseler; hastanın, ölmekte olduğunun ne derece farkında oluşu, onlar için önemli değildir. Sudnow için önemli olan, koğuştaki insanların ölmek durumundan nasıl anlam çıkardıklarıdır. Yani o duruma katılan bütün insanların koğuşta dünyaya nasıl düzenli bir toplumsal manzara arzettikleridir.

Öğrencilere satış elemanı ile standart bir fiyat konulmuş olan mal için pazarlık etmeleri talimatının verildiği bir deneyi hatırlayalım. Garfinkel bu durumda öğrenci müşterilerin korkup utanacaklarını ve satış elemanlarının da endişeli ve öfkeli olacaklarını söyler. Garfinkel’in öğrencilerinden birçoğu korkmuş olmakla beraber, altı pazarlık deneyimini tamamlamış olan birçokları, pazarlığı başarıyla yürütebileceklerini öğrenmişler ve gelecekte pazarlıketmeyi planlamışlar ve böylece tek fiyat kuralının benimsenmesinin problematik olduğunu göstermişlerdir. Bu bakımdan, kendileri için ve satıcılar için yeni bir toplumsal gerçek inşa etmişlerdir.
                                                                                                                      

Simgesel etkileşimcilik bakış açısı, satış elemanının kendisiyle olan etkileşimi ve satış elemanının bu beklenmedik durumla karşılaştığında, kendi kendisine ne söylediği üzerinde duracaktır. Simgesel etkileşimciliğin odağı, satış elamanının durumla ilgili tanımı ve onun için anlamıdır. Etnometodoloji, satış elamanının duruma, düzene benzer bir görünüm getirmek için, hangi yöntemleri kullandığını ya da nasıl bir anlatım sunduğunu bilmek ister. Eylemin etnometodoloji yönünden yorumlanmasının en önemli kısmı, durumun alışılagelmiş olarak kabul edilen ya da bağlamsal belirgin nitelikleridir. Garfinkel anlamların durumlara dayandığını vurguladığı için, satış elemanı ile müşteri arasındaki etkileşimin yeri ve zamanı, olay sırasında orada bulunan diğer kişiler ve satış elemanının müşterinin niyeti hakkındaki bilgisinin, durumun anlamına varabilmek için bu konulardaki bilgilerle doldurulması gerekir. Temelde her iki bakış açısı da niteliksel verilerle ilgilenmektedir. Ancak hiçbiri, niceliksel verilerin değersiz olduğunu iddia etmez.

Hem etnometodologlar hem de simgesel etkileşimciler metodolojik tespitler olarak biografiler, derinlemesine mülakatlar, vaka incelemeleri ve katılımcı gözlemleri kullanırlar. Ancak Garfinkel katılımcı gözlemi tartışırken, araştırmacının katılımcı rolünü, gözlemci, rolünden öne çıkarmaktadır. Ona göre, araştırmacılar araştırıdkları dünyanın bir parçası olup, onu iyi tanımalıdırlar. Bunu başka bir şekilde ifade etmek gerekirse; etnometodoloji, eylemler ile ilgili kuralların değil, eylemlerin incelenmesidir. Psathas’ın anlatımına göre bu yüzmeyi öğrenmek gibidir. İnsan yüzmeyle ilgili bir kitabı okuyarak çok şey öğrenebilir fakat yüzücü olmanın tek yolu onu yapmak, suya girmek ve yüzmektir.





PETER BERGER : GERÇEKLİĞİN TOPLUMSAL KURULUŞU
Özgeçmiş
Fenomenolojik toplumbilimin bir başka dalı, Peter Berger’ın çalışmaları ile ortaya koyulmuştur. 1929’da Avusturya’da, Viyana’da doğan Berger, lisans derecesini 1949’da Wagner College’de almış, yükseklisans ve doktora derecelerini 1950 ve 1954’de Alfred Schutz’un öğrencisi olarak New School for Social Research’de kazanmıştır. Bundan sonra, Hardford Seminary Foundation, New School for Social Research, Rutgers ve Boston College’da hocalık yapmıştır. Halen Boston Üniversitesi’nde profesördür. Berger’ın çalışmalarının temeli, Thomas Luckmann ile yazdığı Gerçekliğin Toplumsal Kuruluşu’dur. Berger’ın yazılarının çoğu, din sosyolojisi üzerine odaklanmıştır. Kutsal Kubbe bunun örneğidir.

 Anahtar Kavramlar

The Social Construction of Reality’de Berger ve Luckmann bir bilgi sosyolojisi yaklaşımı sergilemişlerdir. Herhangi bir bilgi parçasının toplumsal yönden gerçeklik olarak kabul edilmesi süreçleri üzerinde odaklanmışlardır. Gerçekliğin inşasından, insanların eylemler ve etkileşimler yoluyla nesnel olarak olaylara dayanan ve öznel olarak da anlamlı olarak deneyimlenen ve paylaşılan bir gerçekliğin devamlı bir şekilde yaratılmasını kastetmektedirler. Günlük gerçekliği toplumsal olarak kurulmuş bir sistem olarak kabul ederler, bu sistemde insanlar günlük olaylara belirli bir düzen atfederler, bu hem öznel hem de nesnel ögeleri olan bir gerçekliktir. Öznelden, gerçekliğin bireye kişisel olarak anlamlı oluşu kastedilmektedir. Nesnel ise, bir insan ürünü olarak kabul ettikleri toplumsal düzen ya da kurumsal dünyadır.

Berger ve Luckmann’a göre yabancılaşma, anlam kaybolması olarak tanımlanır. Toplumsal olarak kurulmuş bilgi sisteminde ayrılıp dağılma olmuştur. Örneğin, modernleşmenin geleneksel dünyaları aşındırdığı kalkınmakta olan ülkeler ve Sovyetler Birliği’nin çökmesi ile ortaya çıkan yeni uluslar bu cins bir yabancılaşma yaşamaktadırlar. Ancak, anlamın yeniden keşfedilmesi ile bir bilgi sisteminin yeniden kuruluşu bu ulusların yabancılaşmasını hafifletebilir. Bu kuramın esası, her günkü gerçekliğin toplumsal olarak nasıl kurulduğu sorunu ile ilgilidir.

Berger’ın ve Luckmann’ın fenomenolojik çözümlemesi günlük hayatın, burada ve şimdi olan gerçekliğin öznel olarak deneyimlenmesi üzerinde odaklanır. Bu gerçeklik, hem geçmişi hem de geleceği içerir.Açıklamalarına göre, “Benim bu dünyada olan dikkatim ve yapmakta olduğum; yapmış olduğum ve ne yapmayı tasarlamakta olduğum tarafından tayin edilir.” Berger ve Luckmann, Goffman gibi, gerçek eylemin yüz yüze olduğu kanaatindedirler. Toplumsal etkileşimin prototipinin, yüz yüze etkileşim olduğunu ve diğer bütün toplumsal etkileşim hallerinin ondan çıktığını söylerler.
Berger ve Luckmann’ın diyalektik sürecin anları olarak tanımladıkları kuramın anahtar kavramları dışsallaştırma, nesnelleştirme ve içselleştirmedir.

Dışsallaştırma

Berger ve Luckmann gerçekliğin toplumsal kuruluşunda devam eden diyalektik sürecin ilk durumuna dışsallaştırma adını verirler. Burada bireyler kendi etkinlikleri ile kendi toplumsal dünyalarını yaratırlar. Toplumsal düzene, süregelen bir insan üretimi olarak bakarlar. Toplumsal düzen, geçmiş insan etkinliğinin sonucudur ve insan etkinliği onu üretmeye devam ettiği sürece vardır. Böylece dışsallaştırmanın iki boyutu vardır. Bir yanda insanların yeni bir arkadaş edinmek veya yeni bir iş kurmak gibi, yeni toplumsal bir gerçeklik yaratabilecekleri demektir. Öte yanda insanların, eski arkadaşlıkları korumak ve yenilemek ya da gelir vergileri ödemek gibi, toplumsal kurumları sürekli olarak dışsallaştırarak, yeniden yaratabilecekleri demektir.

Dışsallaştırmayı daha iyi anlayabilmek için, yeni bir arkadaşlık kurma olayına bakalım. Etkileşimlerini karşılıklı olarak tatmin edici bulan iki kişi, arkadaş olurlar. Bu arkadaşlık yeni bir toplumsal gerçekliktir. Yeni ortaya çıkmış olan “bizlik” daha önce var olmayan bir toplumsal gerçekliktir. Arkadaşlar kendileri etkin bir biçimde ve isteyerek bu yeni toplumsal varlığı üretmişleridir. Arkadaşlık, her etkileşimde arkadaşlıklarını yeniden yaratmakta olacakları anlamında, devam eden bir insani üretimdir. Böylece arkadaşlık hem insanlar tarafından üretilen hem de onların dışında olan bir kurumdur. Dışsallaştırmaya başka örnekler evlilik, yeni bir iş veya yeni bir uğraşının yaratılması ve korunmasıdır. Kısacası dışsallaştırma, bireylerin toplumu yaratması demektir

Nesnelleştirme

Nesnelleştirme bireylerin gündelik hayatı, düzenli, önceden tertiplenmiş, kendisini insanlara kabul ettiren, ama görünüşte onlardan bağımsız bir gerçeklik olarak algılama sürecidir.
Dil, nesneleri belirleyen araçtır. Berger ve Luckmann şöyle açıklarlar: Günlük hayatın orta nesnelleştirilmesi, esas itibarıyla dile ait anlamlarla korunur. Günlük hayat her şeyden fazla, benim gibi insanlarla olduğum ve sürdürdüğüm yaşamdır. Günlük yaşam gerçekliğinin herhangi bir anlayışı için dili anlamak zorunludur.

İçselleştirme

Diyalektik sürecin üçüncü evresi, kuramsal düzenin meşrulaştırdığı bir çeşit toplumsallaştırma olan içselleştirmedir. Berger’a göre içselleştirme, Parsons için toplumsallaştırma olan, bireylerin nesnelleştirilmiş toplumsal gerçekliği içselleştirdikleri ve sonuçta herkesin olduğu gibi kabul edildiği toplumsallaştırmadır. Burada bir kimlik sorunu yoktur, çünkü herkes herkesin ve kendisinin kim olduğunu bilir.
Gerçekliğin toplumsal kuruluşu kuramı, bireylerin içselleştirme yaptıkları hallerde, mevcut olan toplumsal kurumların beklentilerine uyduklarını ve aynı zamanda toplumsal kurumları yeniden kurduklarını söyler. Yeni bir kurumun kurulması dışsallaştırma evresinde olur; bir kere dışsallaştırıldıktan sonra nesnelleşir ve bir kere nesnelleştirdikten sonra, içselleştirilmiş bir varlık olarak birey üzerinde etkisini yapar. Berger ve Luckmann’ın özetledikleri gibi, “Toplum bir insan üretimidir”(dışsallaştırma), “Toplum nesnel bir gerçekliktir”(nesnelleştirme), “İnsan toplumsal bir üründür”(içselleştirme)
Berger ve Luckmann sosyolojik kuramın ana sorununu, ‘özel anlamların nasıl olup da nesnel gerçeklikler haline geldiği’ olarak belirlerler. Onların birinci derecede ilgilendikleri husus belli bir dünyayı az çok gerçek yapan ve tam olarak içselleştiren etkenlerdir.


İçselleştirme ile ilgili bir sorun, Berger ve Luckmann’ın somutlaştırma adını verdikleri bir oluşumdur. İnsan faaliyetlerinin ürünlerinin, insan ürünleri olmaktan farklı bir şey oldukları anlayışı. Somutlaştırma, insanın kendi dünyasının yarartılmasında kaynak olduğunu unutabileceği ve bundan sonra da üretici insan ile ürünleri arasındaki diyalektiğin bilincinde olmaktan uzaklaşacağı demektir. Somutlaştırılmış dünya, tanım olarak, insansal olmaktan çıkmış bir dünyadır.
Son olarak, gerçekliğin toplumsal kuruluşu kuramı, hem rollerin hem de kurumların somutlaştırılabileceğini savunur. Örneğin bir bireyi “Durumun dolayısıyla böyle davranmalıyım, başka seçeneğim yok dediğinde, bu birey somutlaştırılmaya kilitlenmiş bir zihniyet örneği vermektedir. Böyle bir zihniyet, insanların karşılarındaki seçenekleri önemsemeyerek insan dünyasının yaratıcısının kendileri olduğunu unuttuklarının örneğidir.

DOROTHY E. SMITH : FEMİNİST GÖRÜŞ AÇISI KURAMI

Özgeçmiş

İngiltere’de 1926’da doğmuş olan Dorothy E. Smith, London School of Economics’e girmeden önce sekreter olarak çalışmış, orada 1955’te lisans derecesini almıştır. Kısa bir süre sonra Birleşik Devletler’e geçmiş, Berkeley, University of California’da 1963’te doktora derecesini almış, 1964 ve 1966 yıllarında orada ders vermiştir. Diğer akademik görevleri İngiltere’de University of Essex, Kanada’da University of Biritish Columbia ve University of Toronto’da olup, 1977’den beri bu sonuncusunda Ontario Institute of Studies in Education’ın Eğitim Sosyolojisi Bölümü’nde profesörlük düzeyinde çalışmaktadır.

Görüş Açısı Kuramı
Dorothy Smith’in görüş açısı kuramı, ikincil durumunda olan bireylerin gündüz/gece hayatlarını araştırır. Smith’in kuramı, kadınların bakış açıları üzerinde odaklanmışsa da, görüş açısı kuramı, Patrica Hill Collins tarafından çözümlenmiş olan siyah kadınlar gibi, ikincil durumlarda olan başka bireylerin bakış açılarını da kapsayabilir. Başka görüş açısı kuramları, yoksul beyaz kadın ve erkekler, homoseksüel kadın ve erkekler, çağdaş Batı toplumunun dışındaki azınlık etnik ve dinsel gruplar üzerinde durabilirler.

Smith’in feminist görüş açısı kuramı, hem toplumsal-yapısal hem de toplumsal-psikolojik öğeler içermektedir. C. Wright Mills, Anthony Giddens, Pierre Bourdieu ve Randal Collins gibi, makroyapısal ve mikroetkileşimsel çözümleme düzeyleri arasında köprü kurar. Kendi bakış açısını Marx ve Engels tarafından geliştirilmiş materyalist yöntem ile Garfinkel’in etnometodolojisinin birleştirilmesi olarak tanımlar. Smith, kadınlarca günlük deneyimlerinde yaşanan erkek egemen yapılar ve kadınların bu deneyimler hakkındaki düşünceleri ve duyguları ile ilgilenir.

Ataerkil düzenden dolayı, Smith’e göre kadınlar gündüz ve gece hayatlarında bildikleri ve deneyimledikleri ile, ataerkil kültürü ifade eden simgeler, imgeler, sözcükler ve kavramlar arasında bir fay hattı deneyimlemektedirler. Bunun sonucunda kadınlar bölünmüş bir bilinçlilikle yaşama eğilimindedirler. Smith’in fenomenolojiye olan borcu, toplumsal kurumlarda alışılagelinmiş olan kabulleri çözmeye çalışmasında görülür.

Smith’in görüş açısı kuramında bir anahtar kavram, yönetim ilişkileri ya da yönetme aygıtlarıdır. Bunlar yalnız devlet değil, çağdaş toplumları örgütleyen, idare eden ve düzenleyen idari kurumlar, hükümet, yönetim ve mesleklerden oluşur. Egemen beyaz azınlığın üyeleri olmayan kadınlar ve diğer insanlar, yönetim ilişkilerine mümkün olduğu takdirde, pek marjinal bir ölçüde katılmaktadırlar. Bir başka otobiyografik hatıra, Dorothy Smith’in, Berkeley University of California’da iki yıllık fakülte üyesi olarak marjinalitesini göstermektedir.

Smith yönetim aygıtının, egemen sınıflardan oluşan, yalnız çalışanlar sınıfını değil, kadınları ve’ renkli birçok kadın ve erkeğin, yerli halkın, homoseksüel kadın ve erkeklerin seslerini’ dışarıda bırakan bir sınıf örgütü olduğunu iddia eder. Farklı görüş açıları ile, yönetim cihazı ve sınıfının farklı cepheleri görülür. Smith’e göre toplumsal bilimcinin, bir yere bağlı olmayan, nesnelleştirilmiş yönetim ilişkilerinin kavramsal uygulamalarını araştırmaya açması için başlangıç noktası kadın görüş açısıdır.

Fenomenoloji alışılagelmiş kabulleri sorgular, kültürel olarak öğrenilmiş fikirlere meydan okur ve günlük hayatı anlayabilmek için alışılagelmiş olanları problematik olarak ele alır.Bu tutumun bir örneği Smith’in kadınlık tartışmasıdır. Ona göre, kadınlığın feminist açısından araştırması, buna, toplumsallaşma yoluyla üretilen ve kadınların bir şekilde boyun eğdikleri bir normatif düzenden ayrı bir yerden bakmaktır. Bunun yerine, kadınlık, metinlerde yer alan gerçek ilişkiler bileşiği olarak ele alınmaktadır.

Metodolojik Sonuçlar

Dorothy Smith, 1983’te bir küçük çocuk koğuşunda açıklanamayan ölümlerle ilgili bir komisyon araştırmasını irdelemesi sonucunda, kamu önünde yapılan konuşmalarda, konuşmacı olarak kadınların hesaba katılmadıklarını belirtir. Hem doktorlar hem de hemşireler tanık olarak çağırılmış olmakla beraber; doktorlara sözlerine güvenilir kişiler olarak, komisyondaki hakimler ve avukatlarla eşit muamele yapılmıştır. Buna karşılık, hemşirelerin sözleri kesilerek, taciz edilmişlerdir. Hemşirelerin içsel ufukları dışlanmış ve dikkate alınmamıştır. Bu araştırmada hiç belirtilmemiş olmakla beraber, doktorların çoğunun erkek olduğunu anlayabiliriz. O zamanlarda, kadınların düşük statülü, erkeklerin yüksek statülü olarak görülmeleri o kadar alışılmış bir husustu ki, olayda yer alanların cinsiyetlerini belirtmek gerekli değildi.

Dorothy Smith’in çalışmalarının büyük bir kısmı, sosyolojik araştırmanın genişletilmesi ve yeniden örüntülenmesidir. “Kendi çalışmalarım, bir toplayıcı kuram olarak değil, daima ileriye doğru devam eden, her şeyin iç yüzünü araştıran ve keşfeden, ister kadınların ister diğer grupların giderek gelişen mücadelesi ile ilgili politika ve araştırmalarına dönük bir araştırma yöntemidir. Bu anlamda Dorothy Smith geniş ölçüden eleştirel çatışma yaklaşımından faydalanmakta ve fenomenoloji metodolojisinin ötesine geçmektedir.

Sonuç

Görmüş olduğumuz gibi, fenomenoloji geleneksel sosyoloji olmaktan uzaktır. Fenomenoloji, niceliksel araştırma taraflısı olan mutad sosyologlarca güvenilmez kabul edilmektedir.
Simgesel etkileşimcilik ve fenomenolojinin paylaşmakta oldukları diğer özellikler, bireyi etkin ve bilgi sahibi bir özne olarak ele almak ve bireyin edilgin olduğu herhangi bir araştırma metodolojisini küçük görmektir. C. Wright Mills’in ifadesi ile, her ikisi de ‘büyük kuramı’ ve ‘soyutlanmış deneysellik’e olumsuz bakmaktadır. Fenomenoloji ile simgesel etkileşimciliğin mikrososyolojik çözümleme düzeyine yapacakları farklı ve birbirini tamamlayan katkıları vardır.

Berger’in gerçekliğin toplumsal kuruluşu kuramı; toplumsallaşmayı, toplumun değeri ve normlarının içselleştirilmesi olarak tanımlayan işlevselcilik gibidir. Ancak Berger’in durumu, Parsons’ınkinden farklıdır. Çünkü o, bireyi toplumsal düzene karşı tavır alabilecek olarak görmektedir. Berger, bize toplumsal düzenin bir insan üretimi olduğunu söyler. Ancak, Dorothy Smith’den farklı olarak, bazı insanların diğer bazılarına göre toplumsal gerçekliği yaratmakta yardımcı olmak anlamında daha iyi durumda olup olmadıkları sorununa eğilmez. Berger’in kuramı güç ilişkilerinin çözümlenmesi için gerekli aletlere sahip değildir. Bu eksikliği etnometodoloji ve simgesel etkileşimcilik de paylaşmaktadır. İşte bu yüzdendir ki, Dorothy Smith yönetim ilişkilerinde alt mevkilerde olan kadınlar ve diğer grupların görüş açılarını çözümlemek için, Marx ve Engels’i, fenomenoloji ile bir araya getirmiştir.